Bugün size bir hikâye anlatmak istiyorum… Tozlu bir kütüphanenin raflarından değil, yüzyıllar öncesinden, bir kalbin sabrından süzülen bir hikâye. Adı Ahmed bin Hanbel. Kimilerine göre bir âlim, kimilerine göre bir direniş sembolü. Ama aslında, insanın inandığı bir söz uğruna nasıl dimdik durabileceğinin öyküsü. Sorumuz basit: Ahmed bin Hanbel selefi mi? Ama cevabı, sadece kitaplarda değil, insanın direncinde saklı.
Bir Şehir, Bir Fırtına ve Bir Adam
Bağdat’ın sokaklarında rüzgâr tozla karışıyordu. Bir yanda yeni fikirler, tartışmalar, “akıl mı üstün, vahiy mi?” sorularının yankısı… Öte yanda, sessiz ama sarsılmaz bir bilgin: Ahmed bin Hanbel. Halk onu sade giyimiyle, ağırbaşlı yürüyüşüyle tanırdı. Ama asıl hatırlanacak olan, inancı uğruna çektiği acılardı. Çünkü o, doğruluğu yalnız sözle değil, sabırla anlatan biriydi.
Evde ise bambaşka bir hava vardı. Karısı Zeyneb, ince bir sezgiyle eşinin yüzündeki sessiz kaygıyı hissederdi. “Yine ilim meclisinde tartıştınız, değil mi?” diye sorardı. Ahmed başını eğmeden cevap verirdi: “Evet. Kur’an mahlûk mudur, değil midir, bunu tartışıyorlar. Ben sadece ‘Kur’an Allah’ın kelâmıdır’ dedim.” Zeyneb derin bir nefes alır, ellerini dizine koyardı. “Sen doğruyu söylüyorsun, ama doğru bazen bedel ister.”
Erkeklerin Stratejisi, Kadınların Sezgisi
Ahmed bin Hanbel’in dostu Hasan, çözüm odaklıydı. “Bu tartışmalara fazla karışma,” dedi bir gün. “Zaman geçer, fikirler değişir. Senin canın kıymetli.” Hasan’ın sözü stratejikti, hayatın akışını korumaya dönüktü.
Ama Zeyneb’in bakışı farklıydı: “Bazen bir söz, bir ömrün anlamını taşır. Eğer Ahmed konuşmazsa, kim konuşacak?” O, eşinin inancını bir tartışma değil, bir hakikat meselesi olarak görüyordu. İşte erkeklerin çözüm odaklı aklıyla kadınların sezgisel kalbi burada karşılaşır: biri korunmayı, diğeri anlamı arar.
Ahmed bin Hanbel, bu iki dünyanın arasında dengede durdu. “Ben kavga etmem,” dedi. “Ama bildiğimi de saklamam.” Ve böylece, sözünün ardında durdu. Onu sorguya götürdüklerinde bile başını eğmedi. “Kur’an mahlûk değildir.” dediğinde, sadece bir cümle kurmadı — bir asrın inanç sarsıntısına cevap verdi.
Ahmed bin Hanbel Selefi mi?
Bugün “Ahmed bin Hanbel selefi mi?” diye soruluyor. Evet, o Selef-i Sâlihîn’in (ilk nesillerin) yolunu izleyen bir bilgeydi. Fakat onu “selefi” yapan şey, sadece kelimelere bağlılığı değil; o kelimelerin arkasındaki sadakatti.
O, Kur’an’ı ve sünneti ilk kuşak Müslümanların anladığı gibi anlamayı seçti. Ne aklı inkâr etti ne de vahyi ikinci plana itti. Onun yöntemi, kelâmın harflerinde değil, samimiyetin derinliğinde gizliydi.
Kimi alimler onu selefî düşüncenin öncüsü olarak görür; çünkü o, metni “nasıl denmişse öyle” kabul ederdi. Ama onun için bu bir ideoloji değil, bir tevazu biçimiydi: “Ben bilmem, Allah bilir.”
Bir Kadının Kalbinden Bir Dönemin Hikmeti
Zeyneb bir gece sessizce kandilin fitilini kısarken, “Ahmed, seni anlıyorum,” dedi. “Ama insanlar bazen doğruyu duymaktan korkar.” Ahmed gülümsedi: “Benim görevim anlatmak, anlamak Allah’a kalmış.”
İşte bu sahne, bir mezhebin değil, bir ruhun doğuşuydu. Hanbelîlik o gece evin taş duvarlarında yankılandı. Zeyneb’in empatisiyle, Ahmed’in sabrı birleşti; inanç sadece erkeklerin sözlerinde değil, kadınların sezgisinde de büyüdü.
Fırtınanın Ardından: Sessiz Bir Miras
Zaman geçti, Ahmed bin Hanbel yaşlandı. Bağdat artık sessizdi. Bir sabah talebeleri onu ders verirken buldu: ellerinde eski bir mushaf, dudaklarında huzurlu bir tebessüm. “Hocalarım bana sabrı öğretti,” dedi. “Ben de sizden teslimiyeti öğrenmenizi isterim.”
Onun ardından kalan sadece kitaplar değil; bir duruştu. O duruş, bin yıl sonra bile ilahiyat kürsülerinde konuşulur, medreselerde anlatılır. Çünkü Ahmed bin Hanbel’in hikâyesi, insanın inandığı söz uğruna dimdik durabilmesinin sembolüdür.
Ahmed bin Hanbel’in Selefîliği: Bir Duruş, Bir Davet
Evet, Ahmed bin Hanbel selefi idi; ama bu kelimenin dar anlamında değil. O, geçmişin saf inancını bugüne taşıyan bir köprüydü. Selefîliğini kavga ederek değil, sabrederek yaşadı. İnsanlara “Nasıl inanılmalı?”dan çok “Neden inanıyoruz?”u hatırlattı.
Bugün onun adı, sadece bir mezhep kurucusu olarak değil, bir ahlâk öğretisi olarak anılıyorsa; bu, direnişinin sessizliğinde gizlidir.
Bir Hikâyeden Fazlası
Ahmed bin Hanbel’in hikâyesi, kadınların kalbinden gelen sezgiyle, erkeklerin stratejik düşüncesinin birleştiği bir insanlık hikâyesidir.
O, aklıyla değil, kalbiyle selefi oldu. Çünkü sadakat, zamana değil, hakikate ait bir şeydir.
Ve belki de bugün, bizlerin yeniden sorması gereken soru şudur: “Doğru bildiğimiz şey uğruna sessiz kalabilir miyiz?”
Son Söz
Ahmed bin Hanbel’in selefîliği bir etiket değil, bir sadakat yoludur. O yol, her çağda yürüyeniyle yeniden doğar. Eğer bir gün siz de kendi inancınızla yüzleşirseniz, onun şu sözü kulağınızda yankılansın:
“İlim sabırla, iman teslimiyetle tamam olur.”